Amerika Birleşik Devletleri’ndeki(ABD) siyasi ideoloji, ilk olarak Amerikan Devrimi sırasında monarşizm ve cumhuriyetçilik arasındaki bir anlaşmazlıkla oluştu. Cumhuriyetçi fikirler 18. yüzyıl boyunca kademeli olarak gelişti ve 1776’daki Bağımsızlık Bildirgesi aracılığıyla İngiliz monarşizmine doğrudan meydan okudu. Sadıklar olarak bilinen monarşistler, On Üç Eyaletin Büyük Britanya monarşisi altında sömürge statülerini korumasını savunurken, Vatanseverler olarak bilinen cumhuriyetçiler, Büyük Britanya’dan bağımsızlığı, kral ve miras alınmış aristokrasi olmadan halk egemenliğine dayalı liberal bir hükümet kurulmasını savunuyordu. O dönemde cumhuriyetçiliğin savunucuları özgürlük, akılcılık, özel mülkiyet, bireycilik ve sivil insiyatif gibi Aydınlanma değerlerinin cumhuriyetçi ideoloji için önemini vurguladılar ve toplum vizyonları halkı temsil eden ve hükümette görev alan seçkin bir elit grubunu içeriyordu. Bu elit gurup ta ülkenin zenginleriydi. Vatanseverlerin zaferi, cumhuriyetçiliği Devletin temel ideolojisi haline getirdi. ABD Anayasası,1789’da cumhuriyetçiliği Devletin hükümet sistemi olarak kabul etmek ve ülkeye güçler ayrılığı ve federalizm gibi gelenekleri tanıtmak için onaylandı. Erken Amerikan cumhuriyetçiliği, ABD’deki ilk büyük liberal ideolojiydi ve hem modern muhafazakarlığın hem de modern liberalizmin temeli oldu.
Dünyanın en eski aktif siyasi partisi Demokrat Parti, 1828 yılında kuruldu. New York’tan Martin Van Buren, Tennessee’den Andrew Jackson’ı seçmek için yeni bir parti oluşturan eyalet organizasyonlarının koalisyonunu kurmada merkezi rolü oynadı. Başlangıçta genişletilmiş başkanlık yetkilerini, köleci eyaletlerin çıkarlarını, tarımcılığı ve coğrafi genişlemeyi desteklerken, ulusal bir bankaya ve yüksek gümrük vergilerine karşı çıkıyordu. Parti, 1860 yılında kölelik konusunda bölünerek seçimlere bölünmüş biçimde girdi. 1860 ile 1912 yılları arasında sadece iki kez başkanlığı kazandı.. 19. yüzyılın sonlarında, yüksek gümrük vergilerine karşı çıkmaya devam etti ve altın standardı konusunda şiddetli iç tartışmalar yaşadı. 20. yüzyılın başlarında, kısmen ilerici reformları destekledi ve emperyalizme karşı çıktı. Franklin D. Roosevelt’in 1932’de başkan seçilmesinden bu yana Demokrat Parti, sosyal güvenlik ve işsizlik sigortasına destek içeren liberal bir platformu desteklemektedir.
Cumhuriyetçi Parti, 1854 yılında köleliğin Kansas ve Nebraska’nın batı bölgelerine yayılmasına izin veren Yasaya karşı çıkan kölelik karşıtı aktivistler tarafından kuruldu. Partinin kurucu üyeleri, sivil erdem değerlerini ve aristokrasiye ve yolsuzluğa karşı muhalefeti savunduğu için “Cumhuriyetçi Parti” adını seçtiler. Partinin tutarlı bir renk kimliği yoktu. 2000 seçimlerinden sonra kırmızı renk Cumhuriyetçilerle ilişkilendirildi. İstisna olarak, 2014 yılında Cumhuriyetçi Parti’nin Kaliforniya eyaletindeki şubesi, ülke dışındaki dünya siyasetinde genellikle mavi rengin muhafazakârlık, kırmızının ise sosyalizm ile ilişkilendirilmesi gerekçesiyle kırmızı rengi reddetmesine rağmen kırmızılar cumhuriyetçilerin rengi olmaya devam ediyor.
Bütün dünya her gün bitmek bilmeyen Amerikan dijital iç savaşını Twitter’da izliyor. Bunun kökleri çok eskilere dayanır. Kitabı-ı mukaddesteki yaratıktan esinlenerek Thomas Hobbes’un kitabının ismi Leviathan (egemen güç devlet)[1] olarak bilinir ve bir din ya da seküler dünya devleti anlamında kullanılmaktadır. Bu egemen gücün çatışan unsurları, muhafazakâr kırmızılara (cumhuriyetçiler), ilerici mavilere (demokratlar) ve özgürlükçü grilere yeni bir bakış açısı sunuyor.
”The Network State”(Ağ Devleti) kitabının yazarı Balaji Srinivasan’ın egemen güç anlamında Leviathan’dan kaynaklı çıkarımlarında Amerikan sağı ve solunun süreç içerisinde nasıl dönüştüğünü ilginç bir şekilde anlatmaktadır:
Srinivasan, her doktrinin kendi Leviathan’ı, her şeyin üzerinde asılı duran o ilk hareket ettiricisi olduğunu, bir din için Tanrı; siyasi bir hareket için devlet, bir kripto para birimi için Ağ olduğunu düşünmektedir. Bu üç güç, yanılabilir erklerin üzerinde durarak onların toplum yanlısı davranışlar sergilemesini sağlamaktadır.
Tanrı’nın ötesinde bir genelleme yaptığımızda, Hobbesçu anlamda bir değil üç Leviathan’ın olduğunu anladığımızda pek çok şey netleşir. Tanrı’ya tapmayan hareketler, genellikle Devlete tapan siyasi hareketler veya Ağa tapan kripto gruplardır. Pek çok ilerici ateist Devlete sanki Tanrıymış gibi taparlar. Birçok özgürlükçü ateist ne Tanrı’ya ne de Devlet’e inanmayabilir. Ancak ister sosyal ağlar ister kripto para birimleri olsun Ağ’a inanırlar.
Srinivasan’a göre gri kabile analiz edilmesi en kolay olanıdır. Bunların öncelikle Ağ Leviathanının insanları olduğunu söyler. Bu teknolojik ilerlemeciler ne Tanrı’ya ne de Devlet’e inanmadıkları için sadece ateist değil, aynı zamanda astatistdirler(devlet karşıtı). Onlar ne kırmızı milliyetçi ne de mavi sahte küreselcidirler (çünkü ülke ve halklara eşit gözle bakmazlar ancak kırmızılardan daha çok diplomatik davranırlar). Bu nedenle Griler, Amerikan istisnacılığını kabul etmedikleri ve Ağ aracılığıyla diğer ülkelerden insanlarla eşit kişiler olarak etkileşime girdikleri için gerçek küreselci sayılırlar.
Maviler ve kırmızıları ise daha karmaşık değerlendirmeye tabi tutar. O’na göre, “Mavi eşittir Devlet” ve “Kırmızı eşittir Devletsizlik” kadar basit değildir. Mavilerin önemli bir kısmı artık Ağ’a (grileşmiş) gitmiştir. Bunlar, sol özgürlükçüler ve web3 sosyalistleridir. Kırmızıların önemli bir kısmı Devlete sadıktır ve onlara seküler milliyetçiler denebilir. Birçok mavi, uluslararası ağ tarafında griler ve kırmızılarla aynı hizadadır. Birçok kırmızı ise merkezi Amerikan Devletini savunmak için mavilerin yanında yer almaktadır.
Maviler: Sol Otoriterler, Sol Özgürlükçüler
Maviler bugün Batı toplumunun en güçlüsüdür ve iki ana iç grubu vardır: Devleti yücelten sol otoriterler ve bilinçsiz Ağ’ın insanları olan sol özgürlükçüler. Mavilerin her üyesi önümüzdeki yıllarda bir seçim yapmak zorunda kalacaktır. Hem Amerikalılara hem de Amerikalı olmayanlara eşit davranan tarafsız, merkezi olmayan ağlara mı, yoksa aslında sadece ABD düzenine mi sadıklardır. Aslında kılık değiştirmiş milliyetçiler mi? Onların “demokrasi” tanımı, %4’ün (yani Amerikalıların) %96’yı (yani Amerikalı olmayanların) yönettiği, dünyanın tasarruflarını şişirdiği, yerel kültürleri yok ettiği ve dünyayı sürekli gözetlediği bir dünyayla uyuşmakta mıdır? Yoksa dünyanın geri kalanının dijital olarak kendi kaderini tayin hakkını hak ettiğine inanıyorlar mı? Kısacası, uluslararası düşünceye sahip liberal, merkezi olmayan Ağı mı, yoksa merkezi Devleti mi seçeceklerdir?
Uyanıklık denilen[2] Mavi inanç sistemini tam olarak bir dine benzetemeyiz. Bu dinden ziyade bir doktrindir ve hem Devletin hem de Ağın insanlarını kapsar. Doktrin kavramı, hem Tanrı’yı hem de Devlet’i yüceltme gibi dini ve politik inançları kapsar. Bu kavram, günümüzde “diğer grup”, sosyal ağ veya kripto para birimi gibi bir tür Ağ varlığı olabilir.
Bu doktrine göre, Tanrı’ya tapanların dinleri (dini doktrinler), Devlete sadık olanların siyasi partileri (siyasi doktrinleri) ve Ağ merkezlilerin sosyal ağları veya kripto para birimleri vardır. Her öğretinin bir Leviathan’ı, çok güçlü bir gücü vardır. O halde din bir tür doktrindir.
Sermaye-Wokeness(uyanıklık), kendisinden önceki Komünizm ve Nazizm benzeri, din dışı gibi görünerek resmi kilise/devlet ayrımı ilkesinin üzerinden atlayacak şekilde evrimleşmiş bir din midir? Pek çok kişinin gözlemlediği gibi, Uyanıklık Hıristiyanlığın pek çok yönüyle akrabasıdır. Hepimiz Kalvinist bağnazlık gibi tövbe etmediğimiz orijinal bir günaha sahibiz. İnanmayanlar fikrini değiştirmez, sapkınlıklar bastırılmazsa ve Batı’nın inançları silah zoruyla tebliğ edilmeli vb. gibi şeylerle iklim değişikliğinin sıcak cehennemine gideceğiz. Ancak yön açısından doğru olsa da uyanıklığı bir din olarak adlandırmak pek uygun değildir. Çünkü uyanıkların farklı bir temel hareket ettirici teorisi vardır. Uyanıklığın bir doktrin olarak adlandırılması daha doğrudur; çünkü uyanıkların Tanrı’yı yüceltmediklerini not etmek gerekir. Bunun yerine onların bir grubu Devleti yüceltiyor, diğeri ise daha az bilinçli olarak Ağın insanlarıdır.
Bu iç mezhepsel bölünmeler Leviathan’ın seçimiyle tanımlanır. Devlet ile Ağ, Dolar ile Bitcoin, yerleşik gazeteciler ile merkezi olmayan medya, Amerikan hükümeti ile küresel internet arasındaki artan çatışmada bu bölünmeler mavi takımı ikiye bölmeyi vaat ettiğinden önemli olacaklardır.
Mavi Devlet: Sol Otoriterler
Maviler arasındaki sol otoriterlerin birincil Leviathan’ları, hayali bir Tanrı olarak düşündüklerinin aksine, son derece gerçek olan ve düşmanlarına karşı şiddet uygulayabilen Devlettir. Devlete tapanların “kanun çıkarma” adına “düşünceler ve dualar” kavramıyla alay etmelerinin nedeni budur. Sonuçta Devlet vardır ve insanları zorlayıcı güç uygulamak üzere organize edebilir. Ancak Tanrı’nın aracı olan kilisenin arkasında (en azından Batı’da) artık aynı şeyi yapacak kadar inanç yoktur.
Sol otoriterlerin, tüm sorunların Devlete “rahatlama için dua ederek”, bir kurum oluşturarak, daha fazla para tahsis ederek çözülebileceğini kabul etme eğiliminde olmalarının nedeni de budur. Vergiler laik vergilerdir ve Hükümetten korkan adam, Tanrı’dan korkan adam gibidir. Yeterince para ödeyemezsiniz ve devlete saygı gösteremezsiniz. Çünkü DNC (Demokratik Ulusal Meclis) videosu açıkça şunu söylüyor: “Hükümet hepimizin ait olduğu tek şeydir.” Bu sonuçlarla ilgili değil, sadakatle ilgilidir.
Her ne kadar kültürel olarak Devleti sevseler ve Ağ’dan nefret etseler de, ABD’deki sol-otoriterlerin, son zamanlarda teknoloji saldırıları ve 2010’ların büyük uyanışı sırasında büyük teknoloji şirketlerinde kilit pozisyonlara sempatizanlar yerleştirerek Ağ’ın büyük parçalarının kontrolünü ele geçirmeyi başardıklarını belirtmek gerekir. (Ancak burada Netflix ve hatta Google gibi en uyanıkların bile sonlandırıldığı yerlerde geri itilme işaretleri var).
Sol-otoriterler mesleki açıdan genel olarak neye benziyorlar? Sol-otoriterler topluluğu, resmi “gerçek” için NYT’ye (New York Times) aylık abonelik ödeyen, her yeni yazılım güncellemesinde körü körüne başlarını çeviren, maskelerin işe yaramadan önce işe yaramayacağı konusunda ısrar eden, mevcut şeyin arkasında güvenilir bir şekilde dalgalanan kendi aklıyla düşünemeyen-karşı görüş sahipleridir. Bunlar sadece piyadelerdir ama ilginçtir ki en önemli sol otoriterler seçilmiş otoriterler değildir.
En önemli sol-otoriterler resmi olarak seçilmiş Devletin parçası değillerdir. Bunlar profesörler, aktivistler, bürokratlar ve gazetecilerdir. Temel kavram, Amerika’nın kontrol devrelerinin çoğunun resmi devletin dışında yaşayacak şekilde evrimleşmiş olması, dolayısıyla onu demokratik seçimlerle yerinden edilmeye dirençli hale getirmesidir. “Demokrasiyi” övüyorlar ama pratikte, ikili sınıf sistemi, bürokrat ve profesörlerinin görev süresi, vakıfları için vergiden muaf bileşimler ve örgütlerinin ideolojiden arındırılması yoluyla bundan kaçınıyorlar.
Seçimlerden kaçınırken durmadan “demokratik halk cumhuriyetleri” hakkında söylenip duran komünistler gibi, sol otoriterler de aslında kilit kurumların kontrolünü oylamaya tabi tutmadıkları için demokrasiyle aralarının iyi olduğu söylenemez.
Devleti “sorumlu tutarak” dışarıdan kontrol eden bu sol otoriter ağa farklı isimler veriliyor. Buna Kâğıt Kuşak (Pas-Kemer benzeri teknolojik geri kalmışlıklarını vurgulayan), Katedral (kutsallıklarını vurgulayan), Rejim (gayri meşruiyetlerini vurgulayan) diyebiliriz. Bu sadece onların kalıcı gücünü vurgulayan Amerikan düzenidir. Sol otoriterlerin gücünün, merkezi Amerikan Devleti yetkililerinin ve (daha yakın zamanda) merkezi Büyük Teknoloji Ağı yöneticilerinin düşmanlarını ezmelerini sağlamaktan kaynaklandığını anlamak önemlidir.
Ana teknik, genellikle doğru olan bir şeyin resmi olarak dezenformasyon olarak kabul edilmesini sağlayarak (2020 öncesi seçim dizüstü bilgisayar hikâyesi örneğinde olduğu gibi) veya tam tersi şekilde yanlış bir şeyin resmi gerçek olarak kabul edilmesini sağlayarak (Cambridge Analytica örneği gibi) sonuçları manipüle etmektir. Sol-otoriterler, siyasi iktidarın hakikat teorisinin ana savunucularıdır. Çünkü “gerçek”, siyasi iktidarı eyleme geçirmek için yararlı buldukları her şeydir.
Örneğin bir medya kuruluşunun çalışanı bir makalenin “etki” yarattığından bahsettiğinde, bu yeni bir kural veya düzenleme yoluyla hükümet copunun kafanıza çarpması anlamında etkiyi kastediyor. Gidip birbirlerine verdikleri ödüllerin açıklamalarını okuyun. Daha önce gönüllü olarak zorunlu kılınan veya yasaklanan bir şeyi şimdi zorunlu kıldıkları için kendilerini kutladıklarını göreceksiniz. “Raporumuz hükümetin harekete geçmesine yol açtı!” Bu eylemin Libya’nın bombalanması mı, yoksa plastik pipetlerin yasaklanması mı olduğu hiç önemli değil; etki etkidir.
Etkinin tek biçimi yasalar değildir. Birini kovmak da öyledir. Hit parçalardan bahsediyoruz ve kültürü sanki bunlar sapkınlıklarmış gibi iptal ediyoruz, ancak bunlar aslında sol-otoriter kültürün özüdür. Herhangi bir düzen gazetecisinin şimdiye kadar yaptığı en prestijli şeyin Watergate olduğunu hatırlayın: Gazetelerinin milyonlarca kopyasını satarken bir başkanı görevden almak gibi.
Sürekli tetikte olmamız gereken Amerika’nın kurumsal olarak ele geçirilmesi aslında 50 yıl önce, sadece soldan birkaç özel medya şirketinin işbirliği yaptığı sırada gerçekleşti. Nixon’ı kovdurmak ve Pentagon Belgeleri’nin sızdırılması, eyalet dışındaki kontrol devrelerinin sadece seçilmiş hükümet ve ABD ordusunun ötesinde olduğunu kanıtlıyordu.
Peki Watergate[3] bir suç muydu? Elbette ama Tonkin Körfezi Kararından daha mı kötü?[4] Irak savaşındaki Nasıriye’de öldürülen ABD askerlerinden daha mı kötü? İddia edilip te savaşın nedeni olarak gösterilen kitle imha silahlarının bulunamamasından daha mı kötü? Amerika’nın birçok savaşını yönlendirmek için kullanılan yalanlardan daha mı kötü? Buna bağlı olarak JFK’nin seçilmek için yaptıklarından daha mı kötü?[5] Sonuçta, itirazlarının aksine, Nixon pekâlâ bir dolandırıcı olabilir, ancak Seymour Hersh’ün ikna edici bir şekilde bildirdiği gibi, John F.Kennedy de öyle görünüyor. Yine de Watergate düzeyindeki seçim saçmalıklarının açığa çıkması, bir şekilde Richard Nixon’un yerine başkanlığa yükselmesinden otuz yıl sonrasına kadar beklemiştir.
Her neyse, sorun yalnızca “sorumluluk” asimetrisi değildir. Bu aslında ikiyüzlülükle değil hiyerarşiyle ilgilidir. Amerika’nın sol otoriterlerinin sorunu aynı zamanda berbat bir kültür inşa etmiş olmalarıdır. Watergate’i bir kaide üzerine koyan bir toplum, NASA’yı (veya SpaceX’i) bir kaide üzerine koyan toplumdan temelde farklıdır. Çünkü eğer alkışlanan şey, bir insanı aya göndermek yerine, bir insanı işinden etmekse, çok fazla yaratıcılık değil, çok fazla iptal olacaktır. Birini kovmak en yüksek iyilik değil, gerekli bir kötülük olmalıdır.
Watergate üzerinde oyalandık çünkü bu, devlet dışındaki sol-otoriter Amerikan Ağı’nın açıkça yükselişe geçtiği andı. Sol otoriter Sovyetlerden çok farklı bir modelin halka açık gösterimiydi. Sovyetlerin devlet kontrollü bir basını vardı ama Amerika’nın artık basın kontrollü bir devleti vardı.
Watergate’ten sonra sol otoriterler, patronun patronu olduklarını, başkanı görevden alabileceklerini, “birini sorumlu tutabileceklerini” ve tam tersi, kimsenin onları hiçbir şekilde sorumlu tutamayacağını biliyorlardı. Örneğin, Irak Savaşı’na veya Holodomor’a (Stalin döneminde Ukrayna’da kıtlıktan ölen 8 milyon insan) yol açan “dezenformasyonu” yayınlamanın cezası neydi? Sosyal medyadan uzaklaştırma mı? Ölenler için tazminat veya hiçbir şey mi? Her şeyi tek bir Nixon’a, hatta bir Stalin’e bağlamak, merkezi olmayan isimsiz sol otoriter bir kitleye bağlamaktan çok daha kolaydır.
Sol otoriterlere ilişkin Tanrı/Devlet/Ağ temelli analizinden önce iki ek nokta daha vardır:
1-Son zamanlarda Amerikan devletinin kapasitesi azaldıkça sol otoriterler hedeflerini yeni otoritelere, özellikle de teknoloji şirketlerinin CEO’larına kaydırdılar. Bir düzeyde şunu fark ettiler: (a) Birçok bağlamda Ağ, Devletten büyüktür ve ayrıca (b) teknoloji kurucuları ve popülist liderlerin Ağ destekli küresel yükselişinin Devlet üzerindeki kontrollerini azaltabileceğini, dolayısıyla (c) ilk olarak devlet benzeri bir ölçeğe ulaşan teknoloji şirketlerinin kontrolünün ele geçirilebileceğini anladılar.
İşleyiş tarzları Devleti etkilemek için kullanılanlarla hemen hemen aynıydı: Haberciliği teknoloji yöneticilerini sol otoriterlerin hoşlanmadığı insanları kovmaları konusunda taciz etmek için kullanın. Ardından onları sol otoriterlerin sevdiği politikaları yürürlüğe koymaya zorlayın. Örneğin onaylı kuruluşlardan gelen mesaj dışındaki herhangi bir mesaja ilişkin “içerik denetimi” gibi. Sol otoriterler bunu tedbirsiz anlarda bile itiraf ettiler. Örneğin “gazeteciliğin ham güçle ilgili olduğundan” bahseden bu karaktere veya medyanın açık amacının eğlence ve kâr için Ağ’a karşı Devleti güç devşirme amaçlı kullanılabilir olduğunun itirafına bakılabilir.
2- Önemli bir iç görü, bu sol-otoriter gazetecilerin, aktivistlerin ve kar amacı gütmeyen kuruluşların çoğunun arkasında, bir tür adam kayırmacı eski paralı bir milyonerin olduğudur. The Atlantic’te Laurene Powell Jobs’u eleştiren birini ya da NPR’de (Ulusal Halk Radyosu) Soros’un peşine düşen birini bulamazsınız. The New York Times Company’de bile patronu Arthur Gregg Sulzberger’in bunu açıkça itiraf eden birini bulamazsınız. Zengin beyaz bir erkeğin kayırmacı olması inancı onların davranışlarını tamamen rahatlatıyor: Sol-otoriter sizi kovdurmak ister ya da patronunuzun sizi kovmasını isterse, patronundan bahsetmeden bunun gerçekleşmesini sağlar. Onlar aslında tasmalı köpekler olup, çaba sarfetmeden aileden zengin tetikçiler ve düzen için suikastçılardır.
Mavi Ağ: Sol Özgürlükçüler
Mavi Amerikalılar arasında bir bölünme vardır. Bunlardan bazıları, yani sol özgürlükçüler, aslında Ağ’ın, yani sosyal ağın insanları olarak en iyi şekilde modelleniyorlar. Onlar aslında Demokrat partiye ve hatta onun üst kademesindeki kurumlara değil, parti çizgisinden giderek uzaklaşan çevrimiçi topluluklarına sadıklardır. Bunlar; platformu dağıtılmış seks işçileri, sadece onu finanse edenler yerine riskli kamu aktivizmine katılanlar, anarşistler, kayırmacı sahiplerine karşı grev yapan inançlarıyla tutarlı gazeteciler ve etik anti-emperyalistlerdir. Gerçekten bazen hayallerinin yeniden dağıtım stratejisini gerçekleştirmesini isteseler bile kendilerini ABD müesses nizamıyla özdeşleştirmiyorlar. Onların öncelikli insanları sosyal ağlarındaki diğer kişilerdir ve bu Ağ onların yeni Leviathan’ı haline geliyor.
Örneğin profesyonel protestocular, bir devlet dairesinin önünde zahmetli bir şekilde yüz yüze bir geçit töreni düzenlemek için Beautiful Trouble (Güzel Sorun. Ciltsiz Devrim için Araç Kutusu) veya Roots to Power’ın (Gücün Kökleri) çevrimdışı taktiklerini kullanarak bir devlet dairesinin önünde zahmetli bir şekilde yüz yüze bir yürüyüş düzenleyebilirler. Ya da aynı şeyi bir hashtag paylaşıp dijital bir kalabalık oluşturarak çevrimiçi ortamda da yapabilirler. Sonra da teşhir için yerleşik bir gazeteciyle pazarlık etmek yerine davalarını doğrudan anlatabilirler. Peki bugünlerde onlara daha fazla koz veren şey nedir: Eski devleti çevreleyen kurumlar mı, yoksa merkezi olmayan ağın özellikleri mi?
Sol özgürlükçüleri ABD düzeninden uzaklaştıran bir diğer faktör de sol otoriterliğin soğukkanlılık yerine kutsallığa doğru güçlü yönelimidir. Fredrik DeBoer, toplum hâlâ eski zamanların Yahudi-Hıristiyanlık dininden yeni uyanıklık doktrinine geçiş yaparken, bu değişimi henüz yoldayken tartıştı:
Buna karşın Silikon Vadisi tipleri ise ilerleme ve kültüre ilişkin somut değerler, Kaliforniya ideolojisi artı blockchain falan tam tersine bir şeylere inanır. Orada içerik vardır. Medyada bunların hiçbiri bulunmuyor. Gerçek değerlerin samimiyet gerektirmesi ve medya kültürünün samimiyetten nefret etmesi nedeniyle, eski tarz medya değerleri olan doğruyu söyleme ve skandal haber yapma medyanın kendisi tarafından çoktan terk edilmiştir. Bütün gün Twitter’da oturup hiçbir şeyin önemi olmadığına dair berbat şakalar anlatıp sonra dönüp “ama aynı zamanda hakikatin ve demokrasinin de koruyucularıyız” diyemezsiniz.
Silikon Vadisi, medyanın hissedarlar için değerini anlamışsa ve yavaş yavaş sektörü boğarak öldürüyorsa, bu gidişatı düzeltmek, medya içinde ayağa kalkıp şöyle demeye istekli insanların olmasını gerektirecektir: “İşte benim değerlerim. Onlar neyseler odurlar. Onları ironi olmadan somutlaştırıyorum ve bu yüzden savunmasızım. Eğer siz de bunlara değer veriyorsanız sektörümüzü kurtarmak için mücadele etmelisiniz.” Böyle bir konum, boş alaycılığı bir kenara bırakma ve yalnızca diğer yazarlara akıllı görünmek için yazmak yerine dünya için yeniden yazmaya başlama istekliliğini gerektirir. Medya böyle bir hamle yapabilir mi? Nasıl yapabildiklerini anlamıyorum; Tüm endüstrinin toplumsal olarak ele geçirilmesi çok keskindir.
Bu gönderi ne kadar akıllıca olsa da işler DeBoer’in beklediği gibi gitmedi. Tanrı şeklindeki o boşluğu doldurmaya doğru samimi itekleme mavileri ikiye bölmekle sonuçlandı. Yani, DeBoer’in tahmininin (“Nasıl yapabildiklerini anlamıyorum”) aksine, bazı ciddi Maviler aslında kendilerini “ahlaki netliğin” şampiyonu ilan ettiler ve şimdi tamamen ironik olmayan Devlet tapınmasına, çoklu alkışlamaya geçtiler. Kutsal Kongre Binası’nda yapılan yanlışlar için Liz Cheney ile günlük dua nöbetleri yapıyorlar. Glenn Greenwald’ın uzun uzun yazdığı gibi, Demokratlar ile Savunma Bakanlığı arasında artık gün ışığı yok, CNN’in Merkezi İstihbarat Teşkilatına yönelik eleştirisi bulunmamaktadır.
Bu kaynaşma, DeBoer’in bazen tercih ettiğini iddia ettiği tam komünizm değildi ama yine de medyanın dolu dolu bir değerler beyanıydı.( Mavilerin tümü medyada yer almaz, ancak ilk olarak tüm ortamlar mavidir. CPI’nin (Kamu Bütünlüğü Merkezi)tespitine göre gazetecilerin siyasi bağışlarının %96’sı Demokratlara gitmiştir). Bu, Scott Alexander’ın yıllar önce “Eşcinsel Ayinleri Sivil Ayinlerdir” kitabında tanımladığı dini uyanıklığa yönelik eğilimin doruk noktasıdır. Sol otoriterler, Nietzsche’nin çağlar boyunca Hıristiyanlığa yapıldığını belirttiği şeyi birkaç yıl içinde uyandırdılar: Onu devrimci bir ideolojiden egemen sınıf ideolojisine dönüştürdüler.
Ancak her eylemin bir tepkisi vardır. Her etkinlik Soros benzeri bir yansıma doğurur ve Scott Alexander burada da yine eğilimin önündeydi. “Eşcinsel Ayinleri Sivil Ayinlerdir”den önce, ikinci bir dinamiği de tanımladı; “Sağ yeni Soldur”da tanımladığı dindar uyanıklıktan uzaklaşan eğilim. Bu da bizi sol özgürlükçülere geri getiriyor.
Gray Zone’u, Red Scare’ı ya da Jimmy Dore’u dinleyen Maviler, Devlete tapınanlar tarafından reddedilir. Amerikan bayrağına ve onun temsil ettiği ulusal güvenlik devletine bağlılık sözü vermek kadar ortada bir şeyi seçmek istemiyorlar. Aslında kuruluşa karşı söylediklerine inanıyorlardı ve görünüşte “kendi” ekipleri artık NSA(Ulusal Güvenlik Ajansı) kulaklıklarını taktığı için bunu desteklemiyorlardı.
Mavi Devlet ve Mavi Ağ
Mavilerin sol-özgürlükçü alt grubu, merkezi olmayan medya ve web3 ile flört etmeye başladı çünkü Ağ’ın, gerileyen Amerikan Devleti’nden daha ilginç olabileceğinin farkına varıyorlar. Substack,[6] Sulzberger’den[7] daha kazançlı olabilir mi? Satoshi’nin topluluğu onlara Bernie’ninkinden(restoran zinciri) daha fazlasını sunabilir mi? Yeniden tanımlamaları gerekiyorsa bunların hepsi “sosyalizm” olarak öyle olsun! Finansman akışları değişiyorsa ideolojileri de yavaş yavaş değişiyor. Evet, Amerika’nın sol-otoriter yapısının yalnızca piyonları olarak başlamış olabilirler, ancak değer verdikleri şey giderek merkezi Amerikan Devleti yerine merkezi olmayan küresel Ağ’dan geliyor. Yani ayrılmaya başlıyorlar. Bu, mavi kabile içinde ortaya çıkan Ağ-Devlet ayrımıdır.
Kırmızılar: Laik Milliyetçiler, Enternasyonalist Kapitalistler
Kırmızıların, muhafazakârların her üyesi de önümüzdeki yıllarda bir seçim yapmak zorunda kalacak: Haklar Bildirgesi ve Anayasa’da kodlanmış kurucu ilkelere mi inanacaklar, yoksa giderek kötüleşen bir ABD kuruluşundan (pratikte devletçileri destekleyen) çıkan her türlü emri mi uygulayacaklar? Onların “Amerika” tanımı, ABD federal hükümetinin kendisinin özgürlüğün en kararlı muhalifi olduğu, birikimlerini şişirdiği, muhafazakâr Amerika’nın kültürünü parçaladığı ve onları her zaman gözetlediği bir dünyayla uyumlu mudur? Yoksa Amerikan şehirlerinin ve eyaletlerinin dijital özyönetimi hak ettiğine mi inanıyorlar? Kısacası, Amerikan ulusu merkezi olmayan Ağı mı yoksa merkezi Devleti mi seçecek? Bu sonuçta bilinçli bir seçim olacaktır. Şu anda bilinçsizce üç yönlü bir bölünme söz konusudur. Reaganizmin üç ayaklı taburesi (dindar muhafazakarlar, laik milliyetçiler ve enternasyonalist kapitalistler) sırasıyla Tanrı’nın, Devletin ve Ağ Leviathanlarının yanında yer alıyor. Bunlar onların birincil kimlikleridir, çünkü dünyadaki en güçlü güç olarak düşündükleri şeye karşılık gelirler: Yüce Tanrı’ya, ABD ordusuna veya (örtük olarak) yakında basitçe özdeşleşecek olan küresel ticaret ve iletişim ağı kripto parayı gösterir.
Kızıl Tanrı: Dindar Muhafazakarlar
Soğuk Savaş sırasında dindar muhafazakarlar, savaştıkları “tanrısız komünistlerin” aksine, her şeye gücü yeten bir Tanrı’ya inanıyorlardı. Bugün, kırmızılar arasındaki Tanrı’nın halkının sayısı keskin bir şekilde azaldı, ancak ahlaki pusulaları en üstteki adam olmaya devam ediyor.
Kızıl Devlet: Seküler-Laik Milliyetçiler
, Kızıllar arasında devletin halkı daha ön plandadır. Bunlar laik milliyetçiler, ulusal güvenlik şahinleri, sol otoriterleri sevmeyen ama yine de her dış müdahalede refleks olarak ABD’yi destekleyecek insanlardır. ABD’nin kötü bir yöne doğru gittiği konusunda hemfikir olabilirler ama Çin’in çok daha kötü olduğunu düşünüyorlar. Bu nedenle, hâlâ insansız hava araçları üretiyorlar, gözetimi kodluyorlar ve ABD’nin genellikle inkar edilen renk devrimini kışkırttığını kabul ediyorlar.
Ben bu gruba biraz sempati duyuyorum; sonuçta kendi ülkelerini yakmıyorlar! Ama ne yazık ki, dış politika konusunda diğer insanların ülkelerinin yakılmasına çoğu zaman iyi bir sebep yokken yardımcı oluyorlar.
Sorun şu ki, zorlayıcı bir alternatifin ya da inkâr edilemez bir çöküşün yokluğunda, laik bir milliyetçiyi Amerika ve Çin’in dijital totaliter devletler haline geldiğine ya da yarım düzine kadar dijital totaliter devlete dönüşen bir ABD kurumunun olduğuna ikna edemezsiniz. Ülkelerin kanlı bir kaosa sürüklenmesi onların düşündüğü kadar ahlaki bir örnek değildir.
Bunun nedeni, kızıl devletçinin laik bir milliyetçi olmasıdır: Tanrıları yoktur ama Devlete inanırlar, Amerika’nın bir tepe üzerinde parlayan bir şehir olduğu yönündeki iyi vizyona inanırlar. Bunun var olup olmaması gerçekten önemli değildir. Devlet, gençliklerindeki ve filmlerindeki ABD’dir. Top Gun filmindeki Amerika’dır ve ABD ordusunun Irak’ta, Libya’da, Afganistan’da ve Suriye’de gerçekte yaptıklarının iç karartıcı görüntülerini değil, ilham verici yeniden yapımları izlemek için para öderler.
Bu tür bir sadakatin hem övgüye değer bir yanı, hem de sinir bozucu bir yanı vardır. Bu millet Afganistan’da görev bilinciyle görev yapan Sovyet askerleri gibidir. En iyi ihtimalle anlamsız ve en kötü ihtimalle kötü bir amaç için savaştıklarını ve eve döndüklerinde raflarının boş ve kültürlerinin ezilmiş olduğunu göreceklerini iddia edebilirsiniz. Ama yine de hayatlarını riske attıklarını kabul etmelisiniz.
Temelde, kızıl laik milliyetçi, ABD düzeninin kendi ülkesinde ne kadar kötü olduğunu sık sık anlıyor, ancak ABD ordusunun yurtdışında yarattığı gereksiz yıkımı duymak istemiyor. Bu konuda, 21. yüzyılın ABD “müdahalesini” deneyimleyecek kadar talihsiz ülkelerin yıkımını açıkça görebilen mavi sol özgürlükçülerin tam tersi bir kör noktaya sahipler. Yine de yurtdışında kaotik bir yok edici olan hükümetin, ülke içinde yardımsever bir yeniden dağıtıcı olabileceğini hayal ediyor.
Başka bir deyişle, kırmızı laik milliyetçi, ABD ordusunun herkesi dövebileceğine dair üstü kapalı Hollywood filmi tarzı inancını sürdürürken, mavi sol-özgürlükçü, eyaletin sivil hükümetinin, yalnızca yeterli sayıda insan isterse evde her şeyi düzeltebileceğine olan inancını sürdürüyor. Leviathanların merceğini kullanırsak, bunların her ikisi de açıkça Devletin, sırasıyla korkunç Baba ve hayırsever Anne formlarında Tanrı’nın vekili haline gelmesinin yollarıdır.
Laik Amerikan milliyetçisinin, Çin’e teslim olmayı ya da ABD ordusunun şu anda yurt dışında verimli şeyler başardığını iddia etmeyi gerektirmeyen bir seçeneği var. Üçüncü yol, başkalarının savaşlarını onlar adına yürütmek yerine, bölgesel yeniden silahlanmayı desteklemektir.
Kırmızı Ağ: Enternasyonalist Kapitalistler
Kırmızılar içindeki üçüncü grup enternasyonalist kapitalistlerdir. Onları Ağın insanları olarak tanımlıyoruz. Bu muhtemelen bir yeniden değerlendirmedir, çünkü şu anda bildiğimiz şekliyle internet, Soğuk Savaş sırasında neredeyse hiç bir faktör değildi. Ancak bu alt grup, hem sınırlar içinde hem de sınır ötesi ticaret ağlarından yana olan insanları, yani kapitalistleri içeriyordu.
Bugün bu tür bir kapitalizm neredeyse internet girişimleri ve teknolojisiyle eş anlamlıdır. Dünyanın en değerli şirketleri Ağ’da doğdu. Ağ kapitalizminin geleceği kripto-kapitalizmdir. Çünkü zincir üzerinde temsil edilebilecek olan sadece işlemler değil, tüm mali tablolar, şirketler ve nihayetinde tüm ekonomidir.
Bitcoin’in yükselişi, Ağdaki kırmızı insanların, hem Tanrı’dan hem de Devlet’ten farklı olan Leviathan’ları hakkında çok özel bir düşünme biçimine sahip oldukları anlamına geliyor. BTC, ABD ya da Çin hükümetleri tarafından tek bir tıklamayla ele geçirilemeyeceğinden, herhangi bir Devletten daha güçlü olan uluslararası özgürlük ve refahın sembolüdür.
Grubun da kendi iç sorunları var. Öncelikle Bitcoin Maksimalizmi, köktencilik açısından Uyanık Sermayeye benziyor. Temel fark, maksimalizmin monoteizm (tek tanrı) veya monostatizm (tek devlet) yerine gayretli mononomizm (tek paraya bağlılık) olmasıdır. Ağ, insanlığın fanatik yönünü ortadan kaldırmıyor; sadece onu Tanrı’dan veya Devletten Ağa taşıyor.
Kırmızı Devlet ve Kırmızı Ağ
Tanrı, Devlet ve Ağ Leviathanlarının hepsinin muhafazakar hareket içinde destekçileri olduğunu görüyoruz. İlginç bir nokta, seküler milliyetçilerin, muhafazakar bir yapıya sahip olmaları ve bir sembole, özü değiştikten çok sonra bile bağlı kalabilmeleridir. 1917’den önce var olanın tamamen tersine döndüğü zamanlarda bile Sovyetler Birliği’ne bağlı kalan birçok “Rus milliyetçisini” düşünün. Sonra 2008’deki bu ABD Ordusu reklamını 2021’deki bu yeni reklamla karşılaştırın.
Dolayısıyla, Ağ ile Devlet arasında herhangi bir çatışma olması durumunda, örneğin enflasyonist dolar ile deflasyonist Bitcoin arasındaki olası bir mücadelede, sağ devletçiler ulusal bayrağın yanında yer alırken, sağ kapitalistler de dijital paranın yanında yer alabilirler. Yani, Amerikan imparatorluğunun devamının sürekli enflasyon yeteneğine bağlı olduğu açıksa ve o zaman, Devletin insanları eski devletin yanında yer alabilir ve Ağın insanları da merkezi olmayan ağın yanında yer alacaktır. Bu, kırmızı kabile içindeki Ağ-Devlet ayrımıdır. Tüm bu parçaları toplarsak, her iki partiden sol ve sağ özgürlükçülerin sol ve sağ otoriterlere karşı sıraya girebileceği olası bir gelecek elde ederiz. Bunu etnik azınlıkların Cumhuriyetçilere ve neo-muhafazakârların Demokratlara göç etmesinden görmekteyiz.
İnsanlar zombi Reaganizm’den söz ediyordu ama bu senaryoda sonunda yeni bir koalisyon ortaya çıkacaktı. Bu, siyasi yelpazenin Reagan döneminden tamamen farklı bir kesimidir. Küreselcilere ve sosyalistlere (sol) karşı milliyetçiler ve kapitalistler (sağda) yerine, küreselciler ve kapitalistler (sol ve sağ özgürlükçüler) sosyalistlere ve milliyetçilere (sol ve sağ otoriteryenler) karşıdır.
Bu Yeniden Düzenleme, Devlete Karşı Ağ olacaktır. Otoriterlerin sayısı yurt içinde özgürlükçülerden daha fazla olacak ve kurumlar kendi taraflarında yer alacaktır. Ancak özgürlükçüler, put kırıcıları kendilerine çektikleri için daha güçlü bireysel yeteneklere sahip olacaklar ve aynı zamanda dünyanın geri kalanından da destek alacaklardı.
Temelde teknoloji-medya Leviathanları çatışmaktadır. Medya ile teknoloji arasında bilginin işlenmesi ve sunulmasıyla ilgili ortak bir nokta bulunmaktadır. Bilgisayar bilimi bunu bir adım daha ileri götürerek söz ile eylem arasındaki ayrımı ortadan kaldırdı ve bir nesil entelektüeli yazılım CEO’larına dönüştürdü. Daha önce sadece bir yasanın çıkarılmasını savunacağını ve ayrıntılar hakkında endişelenmeyeceğini düşünen birçok kişi, bir şeyler inşa etmenin, insanları yönetmenin, kâr elde etmenin, arenada yer almanın ne kadar zor olduğunu anlayarak Ağın insanları oldular. Daha sonra devletin insanı olarak kalanlarla çatışmaya girdiler.
Sonuçta göçmen teknoloji uzmanları, teknik becerilerini ve ağ bağlantılarını korurken ülkeler arasında hareket ediyor. Onlar için Ağ birincil topluluklarını sağlarken, Devlet ikincil düzeydedir. Bunun tersine, Amerikan düzencileri gücünü Devletten alıyor. Bu tamamen bir yasa çıkarmak veya bir politika yapıcıyı etkilemekle ilgilidir. Eğer Ağ bu sürece müdahale ederse, belki de insanlara Devleti baltalayan bilgilere erişim hakkı vererek bunu yapacaktır. Öyleyse Ağ için çok fazla bir şeydir. Teknolojiye karşı medya en iyi şekilde, Ağdaki insanlar ile Devletteki insanlar arasındaki temel değerlerin çarpışması olarak anlaşılır.
Olası bir gelecek senaryosu olarak, bu sorunu çözmenin bir yolu, Devlet halkının 2020’lerde Amerikan teknolojisini çökertmek için yasayı kullanması ve böylece yurt içinde daha fazla güç kazanmasıdır. Ancak uzaktan çalışma sayesinde teknoloji zaten küresel hale gelmiştir. Teknoloji uzmanlarının çoğu zaten göçmen olduğundan Ağdaki insanlar dikkatlerini yurtdışına kaydırabilir veya ilk etapta gelmeyebilirler. Dolayısıyla federal eylem yalnızca göçmen kurucuları uzaklaştıracak ve Amerikan Devleti küresel ölçekte gücünü kaybedecektir. Bu arada, aynı şey Çin’de de oluyor; en yetenekli teknoloji uzmanlarının çoğu artık yeni ülkelere gidiyor ve artık ABD’ye gelmiyor, zaten orada da hoş karşılanmıyorlar.
Sol Yeni Sağ, Sağ Yeni Soldur
Marx’ın sınıf mücadelesi kavramı o kadar etkili oldu ki insanlar bazen bu devrimci sınıfların kazandığını ve egemen sınıf haline geldiğini fark edemiyorlar. Egemen sınıf daha sonra sırasıyla sonraki devrimci sınıflarla savaşmıştır.
“Dünyayı değiştin” sloganı birçokları için büyük bir motivasyondur. Toplumsal farklılaşma bir anlamda mutlak Paris Komünü anlamında olmasa da, devrimci olmak anlamına gelir. Ancak toplumun genelinin iyi olduğunu düşündüğü, ancak tarihi titizlikle inceleyerek aslında kötü olduğunu gösterebileceğiniz bazı öncülleri tersine çevirmek anlamında ahlaki açıdan devrimcidir. Bu ahlaki dönüşüm, yeni kurulan bir topluluğun temelini oluşturan ahlaki yeniliktir ve bu bizi kaçınılmaz olarak sola-sağa yönlendiriyor.
İnsanlar, sağ ve solun iç içe girerek yeniden hizalamaların gerçekleştiğini, sol/sağ ikilemini siyasi davranışı tam olarak kodlamadığını, kitlelerin ideolojik olarak seçkinler kadar tutarlı olmadığını, kategorilerin zaman içinde değiştiğini vb. fark edeceklerdir.
Mekansal teori, seçmenlerin çok boyutlu politika alanında kendileri ile adaylar arasındaki mesafeyi ölçebileceklerini veya kendilerine en yakın adaya ya da taktiksel olarak daha uzak ve kazanma şansı daha yüksek olan bir adaya oy verebileceklerini varsaymaktadır. Bu eksenin aslında zaman içinde döndüğünü not etmektir. Bu, sabit bir ideolojik pozisyona oy vermekten ziyade göreceli aynı siyasi grubun üyelerine oy vermekle ilgilidir. Devrimci taktikler en sonunda bir grup için güç kazanmayı başarır ve yönetici sınıf taktikleri eninde sonunda başka bir grubun gücünü savunmada başarısız olur. Dolayısıyla grup isimleri aynı kalsa bile “sol” ve “sağ” yavaş yavaş tarihsel zaman çizelgeleri arasında geçiş yapar.
Koalisyon oluşturma davranışının oyun teorisi açısından optimal olması nedeniyle sürekli olarak iki grup ortaya çıkıyor. Yani, herhangi bir kıt kaynak için kavga ederken, eğer bir grup birlik olur ve diğeri olmazsa, ilk grup kazanma eğilimindedir. Bu, insanların kıt kaynaklar için biri kazanana kadar birbirleriyle savaşan iki grup halinde birleşme eğiliminde olmalarının temel bir nedenidir. Kazanan takım kısa bir balayının tadını çıkarır, ardından genellikle kendi içinde tekrar sol ve sağ gruplara ayrılır ve savaş yeniden başlar. Fransız Devrimi’nden sonra hizipleşmelerin ortaya çıkması meşhurdur. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra bir zamanlar müttefik olan ABD ve SSCB Soğuk Savaş’a girdi. Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından, muzaffer ABD içerde aşırı kutuplaşmaya sürüklendi. Güçlü bir lider bunun olmasını bir süre engelleyebilir, ancak galip gelen tarafın sol ve sağ gruplara ayrılması neredeyse toplumsal fiziğin bir kanunudur.
Sol ve sağ adları Fransız Devrimi’nden gelebilir.[8] Ancak bunlar neredeyse manyetik kuzey ve güney; yin ve yang (kadın-erkek) gibi, görünüşte doğamıza kodlanmıştır. Solun taktiği, mevcut düzeni gayri meşru hale getirmek, adaletsiz olduğunu iddia etmek ve kıt kaynakların (güç, para, statü, toprak) yeniden dağıtılmasına yönelmektir. Sağın taktiği ise mevcut düzenin adil olduğunu, solun kaosa neden olduğunu ve ortaya çıkan çatışmanın kıt kaynağı yok edeceğini ve onu yeniden dağıtacağını iddia etmektir.
Tarihsel zaman ölçeğinde sağ ve solun, grupların özelliklerini tanımlamak yerine geçici taktikler olduğu anlaşılır. Örneğin Protestanlar, Martin Luther zamanında Katolik Kilisesi’ne göre sol taktikleri ilk kez kullandılar. Daha sonra, yüzlerce yıl sonra, bu devrimcilerin Amerikalı torunları (Protestan müesses nizam ve WASP’lar) egemen sınıf olarak kendi konumlarını savunmak için sağcı taktikleri kullandılar. Savunan egemen grup sağ taktikleri, devrimci sınıf ise sol taktiği kullanır.
Sağ veya sol taktiği kullanan bir grubun düşman alanını kısa bir süreliğine süpürmeyi başardığı büyük zaferler olsa da, genellikle kendi solunda veya sağında yeni bir grup ortaya çıkar ve savaş yeniden başlar.
Sağ ve sol, adeta bir konaktan diğerine uçuşan, aynı anda milyonlarca insanın zihnini meşgul eden, grupları birbirine karşı koordine eden ruhlar gibidir. Dinlerin ya da siyasi hareketlerin tarihine bakmaya başladığınızda, her birinin devrimci saldırı için bir “sol tarz”a ve egemen sınıfın savunması için bir “sağ tarza” sahip olduğunu görmeye başlayabilirsiniz.
Devrimci grup sol taktikleri, iktidardaki grup ise sağ taktiği kullanıyor. Ancak solcu taktikleri kullanan grup kazanmaya başlarsa, kazanımlarını savunmak için sağcı taktikleri kullanmaya başlar ve bunun tersi de geçerlidir. Amerikalılar bunu COVID sırasında hızlı ileri sararak gördüler. İlk olarak Cumhuriyetçiler virüsten endişe duyuyordu ve Demokratlar, virüse dikkat edenleri ırkçı olarak nitelendiriyordu. Sonra Trump virüsün ciddi olmadığını söylemeye başlayınca pozisyonlar değişti. Demokratlar tecrit çağrısında bulundu ve uyguladı; Cumhuriyetçiler ise özgürlükçü gerekçelerle onlarla mücadele etti. Daha sonra Trump yeniden aşıları desteklemeye yönelirken Biden, Harris ve diğer Demokratlar Trump’ın aceleye getirilmiş aşısına güvenmeyeceklerini söylediler. Sonra aşı çıktı (Trump Yönetiminin Warp Speed Operasyonu kapsamında geliştirilen aşının aynısı!) ve birçok Demokrat birdenbire bir zamanlar kaçınmak istedikleri şeyin zorunlu hale getirilmesinden yana olurken, birçok Cumhuriyetçi artık bunu özgürlüklere yönelik kabul edilemez bir ihlal olarak yuhaladı.
Hepsini bir araya getirelim: (a) sol ve sağ mekansal oylama teorisi aracılığıyla görebildiğimiz ölçülebilir olgulardır. (b) sol/sağ ekseni gerçek olsa da zamanla dönüşmüştür. (c) bunlar çok eski ve Yin/yang veya manyetik kuzey/güney ile tartışmasız eşit olan silinemez kavramlardır. (d) kıt kaynaklara erişim sağlamak için tamamlayıcı taktiklerdir, (e) eğer bir grup sol taktiği kullanırsa, diğeri neredeyse bir sol taktik benimsemeye zorlanır. (f) Sınır, kıt kaynaklar üzerindeki çatışmayı azalttığı için siyasi sol/sağ meselelerini azaltır, (g) solu devrimci taktikler, sağı ise egemen sınıf taktikleri olarak düşünebiliriz ve (h) taktikler, tarihsel zaman aralıklarında sürekli olarak sunucuları değiştirir.
Uyanıklık merkezi olmayan soldur. Onlara Demokrat diyebilirsiniz ve bu da sıradan bir şey ama uyanıkların çoğu Demokrat parti adaylarından daha radikaldir (yine de onlara oy veriyorlar) ve sıradan Demokratların çoğu hâlâ uyanık değildir. Dikkat ederseniz uyanıkların Stalin gibi tek bir lideri, Komünist Manifesto gibi tek bir kitapları yoktur. İsminin anılmasından bile hoşlanmazlar. İnsanların onlara “politik olarak doğru” ya da toplumsal adalet savaşçısı ya da “uyanmış” demesine ya da ne dediğine bakılmaksızın, etiketi kazımaya çalışacaklar ve sadece “iyi insanlar” olduklarını söyleyeceklerdir. Elbette, onların size her türlü isimle hitap etmekte hiçbir sorunu yoktur. Hepsini bir araya getirdiğimizde; tek bir lider, kitap, isim veya organizasyon yoktur. Yani eğer komünistler solda merkezdeyse, uyananlar da solda merkezsizdir. Eğer komünistler tek bir hiyerarşiye katlanan Katolikler gibiyseler, uyanıklar daha çok herkesin vaiz olarak bir kiremit kurabileceği Protestanlara benzemektedir.
Amerikan Dönüşümü
İç Savaş’ın hemen ardından Cumhuriyetçiler tam bir ahlaki otoriteye ve ülkenin tam hakimiyetine sahipti. İmar sürecinde ve sonrasında bu manevi otoriteyi ekonomik otoriteye dönüştürdüler ve 1800’lerin sonuna doğru zenginleştiler. Yavaş yavaş Demokratlar Güney partisinden yoksulların partisine doğru yeniden konumlanmaya başladılar.
Bu dönemde Cumhuriyetçiler milliyetçi bir parti olarak kaldılar. Ancak Demokratlar ayrılıkçı bir parti olmaktan enternasyonalist bir partiye dönüştüler. Örneğin, Woodrow Wilson tamamen Milletler Cemiyeti’yle ilgiliydi ve FDR’nin (Franklin Delano Roosevelt) görevdeki ilk icraatlarından biri Sovyetler Birliği’ni tanımaktı. Roosevelt, 1936’da yeniden seçilmişti. Siyah seçmenler, belediye düzeyinde hâlâ Cumhuriyetçilere oy vermelerine rağmen Cumhuriyetçilerden Demokratlara oy kaymıştı. 1965’te siyah seçmenlerin Demokratlara 10-15 puan daha kaydığı zamandı. Sivil haklar dönemi aslında onlarca yıllık bir eğilimin doruk noktasıydı.
1965’ten sonra Demokratlar tam bir ahlaki otoriteye sahipti. Sonraki 50 yıl boyunca, yani 1965-2015 arasında, Demokratlar ahlaki otoritelerini ekonomik otoriteye dönüştürdüler. Teknoloji şirketinizin CEO’su olarak Cumhuriyetçi bir bağnazın olmasını istemedikleri için artık bu döngü doruğa ulaştı ve ABD’deki yüksek gelir ve statü pozisyonlarının kritik bir kısmı Demokratların eline geçti:
• Gazetecilerin siyasi bağışlarının %97’si
• Twitter çalışanlarının siyasi bağışlarının %98’i
• ABD’nin en iyi üniversitelerindeki profesörlerin %91’inden fazlası
• En zengin 27 kongre bölgesinden 26’sı
• Siyasi bağışların %77’sinden fazlası Facebook, Apple, Amazon, Microsoft, Google’dan geliyor.
Bu arada Cumhuriyetçiler birçok açıdan ekonomik ve kültürel proletaryanın partisi haline geldi. Elbette Yüksek Mahkeme ve çoğunluğu Cumhuriyetçi olan eyalet yasama organları gibi istisnalar da vardır. Ancak Brookings Enstitüsü’nden alınan veriler, ABD GSYİH’sinin %70’inden fazlasının şu anda Demokrat şehirlerde olduğunu göstermektedir(2021). Demokratlar egemen sınıfın, düzenin partisi haline gelmiştir. Cumhuriyetçiler de proleterlerin, devrimci sınıfın partisi olarak yeniden konumlanıyorlar. Demokratların aşağıdaki gibi şeyler yaptığını görmenizin nedeni budur:
• George Washington’un yıkılmasından altı ay sonra Kongre Binası’nın yıkılması
• İfade özgürlüğünü kınamak
• Dezenformasyon ofisleri kurmak
• Hükümeti soruşturmaktan vatandaşları “soruşturmaya” geçiş
• CIA ve ordu için işe alım reklamlarının senaryosunu yazmak
• Saldırı helikopterlerine Onur bayrakları koymak
• Şirketlerin insanları kendi istekleriyle işten çıkarmalarını savunmak
• Platformdan çıkarmanın özel bir mülkiyet hakkı olduğunu savunmak
• Ulusal güvenlik kurumunu benimsemek
• Kongre Binası Polisi’ne iki milyar dolar tahsis edilmesi
• Savaş için 40 milyar doların onaylanması
Artık Demokratlar güçlü olduğu için sağcı gibi davranıyorlar. Artık Cumhuriyetçiler zayıf olduğundan solcu gibi davrandıklarını görüyorsunuz:
• Amerika’nın dünyadaki emperyal etkisini eleştirmek
• Savaşa ve askeri yardıma karşı çıkmak
• FBI’a veya polise güvenmemek
• Amerika’nın mevcut rakiplerine yönelik nitelikli sempatiyi ifade etmek
• Sendikalar hakkında olumlu konuşmak
• Cumhuriyetçileri korumak için ayrımcılık karşıtı yasaların getirilmesi
• İfade özgürlüğü için lobi yapmak
Bu, Amerikan siyasetinde son birkaç yılda yaşanan tuhaf iniş çıkışları açıklıyor. Pek çok kurumsal şeyin maviden kırmızıya, sonra da parlak maviye veya kırmızıya döndüğü, yeniden düzenlendiği bir dönemdeyiz. İfade özgürlüğü artık kırmızıyla kodlanırken, FBI artık maviyle kodlandı. Çünkü Demokratlar artık egemen sınıftır.
Bunun her iki tarafın da onayı olmadığını, yalnızca iki ultra uzun zaman dilimli sinüs ve kosinüs dalgasının artık zıt göreceli aşamaya kaydığının bir gözlemi olduğunu unutmayın. Pek çok kişinin özdeşleştiği ve üstü kapalı olarak sabit olduğunu düşündüğü taraflar sabit değildi. Radikal Cumhuriyetçiler sosyoekonomik güce ulaştılar. Bu düzeni savunmaları onları muhafazakarlaştırdı. Gerici Demokratlar sosyoekonomik güçlerini kaybettiler ve yavaş yavaş devrimci olarak yeniden konumlandılar. Şimdi yeniden yön değiştiriyorlar.
Bu elbette her şeyin tersine döndüğü anlamına gelmiyor. Demokratlar hâlâ seçim yanlısı, Cumhuriyetçiler hâlâ yaşam yanlısıdırlar. Cumhuriyetçilerin hâlâ Yüksek Mahkeme ve bazı eyaletler gibi bir veya iki kurumu vardır. Tıpkı İç Savaş’tan sonra Demokratların çok zayıf olması, ancak yok edilememesi gibi.
Pek çok Cumhuriyetçi, gençliklerindeki muhafazakar Amerika’nın ciddi bir yara aldığını iddia etse de ve birçok Demokrat, egemen sınıfın hâlâ devrimci bir parti olduğu yönündeki Sovyet benzeri iddiayı sürdürse de, iki parti tüm kurumsal ayrıntıları değiştirdi.”
ABD sağı ve solu hakkında Balai Srinivasan’ın yukarıda belirtilen analizlerinden sonra günümüze geldiğimizde, iç savaştan bu yana yani uzun zaman geçtikten sonra değiştiğini bir yana bırakıp, kısa zamanda bile nasıl değiştiğini, iç içe geçtiğini gözlemlemek mümkündür. Örneğin, Demokrat Biden, Çin’den gelen mallara ek gümrük vergisi uygulaması nedeniyle Cumhuriyetçi Trump’ı eleştirmesine rağmen Başkan olunca uygulamaya devam etmiştir.
Hakkında seçim sonuçlarını kabul etmeyip halkı sokağa dökerek Kongre Basma, seçim sonuçlarına müdahale, evinde devletin gizli belgelerini saklama, porno yıldızına yapmış olduğu ödemeyi kayıtlara geçirmeme gibi birçok suçlamayla karşı karşıya gelen Cumhuriyetçi Trump 2024’te tekrar seçim kazanmış ve 20 Ocak 2025’te Başkanlık koltuğuna oturacaktır. Ancak bu sefer teknoloji şirketlerinin bir kısmının desteğini alarak göreve başlayacak. İlk transfer Elon Musk idi. Kendisini çok eleştiren hatta listeden çıkaran Twitter’ı 2022’de O’na satın aldırarak başlanmış oldu. Yeni kabinede bakan olarak çalışacak.
Daha önce demokratların yanında yer alan Trump’a karşı duran teknoloji devleri O’nun yanına gelip dengeleri değiştirip anlaşmaya giden yolu açtı. Başkan Yardımcılığına ı Ohio Senatörü James David Vance getirildi. Vance, 2003-2007 yıllarında ABD ordusunda görev yapmış, Irak Savaşı’nda yer almıştı. Yale Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuştu. Bir konuşmasından sonra PayPal’ın kurucu ortağı Peter Thiel ile tanışmış, Vance bunu “En önemli anların başında gelir” diye tanımlamıştı. Vance’in 2016’da yayınlanan “Hillbilly Elegy” isimli kitabı en çok satanlar listesine girmiş ve bu süreçte önce milyarder Thiel’ın San Francisco’daki yatırım firmasında müdür olmuştu. Girişimcilere fon sağlayan Revolution şirketinde çalışmaya başlamış, 2020’de Thiel’dan finansal destek alarak Narya Capital adlı girişim firmasını kurmuştu. Vance, Cincinnati’de kendi girişim firması Narya Capital’i kurarken, Google’ın eski CEO’su Eric Schmidt ve milyarder yatırımcı Marc Andreessen gibi teknoloji sektöründe faaliyet gösteren elitlere başvurarak fon toplamıştı. Arkasındaki destek ise Thiel olmuştu. İngiliz medyası, Vance’ın Silikon Vadisi’nde Ajay Royan, Steve Case, Jeff Bezos, Ray Dalio ve Scott Dorsey gibi isimlerle de ilişki kurduğunu ve destek aldığını yazmıştı.
Dahi derecesinde zeki ve başarılı Alman kökenli Peter Thiel’in CIA’nın güvendiği, sırlarını paylaştığı bir patron olduğu söyleniyor. Teknoloji devlerinin çağı başlarken Thiel 2004’te Palantir Technologies’i kuruyor ve CIA’nın teknoloji ahtapotu In-Q-Tel, sermaye ile yanında yer alıyordu. Thiel ve CIA dünya istihbaratı için güçlü bir ortaklık kuruyordu. Palantir Technologies’in danışmanları arasında ABD eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ve CIA eski Direktörü George Tenet de yer alıyordu. CIA eski Direktörü David Petraeus, Palantır Şirketini yere göğe sığdıramıyordu. In-Q-Tel’i yani CIA’nın teknolojik ahtapotunu kuran Lockheed Martin’in eski CEO’su Norm Augustine’di. Thiel de bunun merkezindeydi. Palantir üzerinden küresel ağ kuruluyor en az 100 büyük teknoloji şirketi kontrol ediliyor ya da yönetiliyordu. Amerika’nın en önemli kurgusu ve atılımı Silikon Vadisi çocuklarıyla atılıyordu. Thiel perde gerisinde kalsa da, öne Elon Musk çıksa da Trump, teknoloji devlerinin küresel hayallerine ilk döneminin aksine evet diyordu. Bu ittifaklarla birlikte, hakkında açılan davalar, suikast hikayeleri bir bir düşüyordu. Trump, daha önce kavga ettikleri teknoloji devleriyle yeni dönemde anlaşıyor. Kripto paraya selam çakarak ABD’yi kripto para cenneti yapacağını söylüyor. Şimdi ise bir demokrat başkan gibi bunlarla oturup Çin-Avrupa ekseninin güçlenmesini önlemeye çalışacak gibi görünüyor.
.
[1]“Bir Din ve Dünya Devletinin İçeriği, Biçimi ve Gücü”, yaygın olarak “Leviathan” olarak bilinir. “Leviathan” Thomas Hobbes tarafından yazılmış ve 1651’de yayınlanmış bir kitaptır. Kitabın adı Kitâb-ı Mukaddes’te geçen Leviathan isimli bir yaratıktan esinlenerek konulmuştur.
[2] ABD’de ortaya çıkmış sosyal adalet ve ırksal eşitliğe vurgu yapan hareketler için kullanılan bir şemsiye terim
[3] Başkan Nixon ve adamlarının seçim kampanyasında rakiplerini dinleme ve belgeleri çalma skandalı.
[4] ABD Başkanı Lyndon Johnson’a Vietnam’da savaş açması için geniş bir yetki veren kongre kararnamesi
[5] “Camelot’un Karanlık Yüzü”nde Hersh, mafyanın Kennedy’nin başkanlık kampanyasına dahil edildiğini ve Demokratların kilit eyalet olan Illinois’i ele geçirmesine yardım ettiğini iddia ediyor. Vietnam Savaşı sırasında ABD askerleri tarafından yapılan 1968 My Lai katliamını ifşa etmesine dayanarak, yazarının itibarı nedeniyle dikkat çekecek gibi görünüyor. Dahası, modern zamanların en romantik başkanlığını ve ortaya çıkardığı efsaneyi çürütmek için şimdiye kadarki en iddialı girişimdir.
[6] Substack, en basit haliyle bülten yazma ve okuma sitesidir. Substack üzerinden yazı yazarken e-posta toplayabilir, komünite oluşturabilir ve abonelik sistemi ile gelir elde edebilirsiniz.
[7] ABD’nin etkili gazetesi NYT’ın sahibi olan aile
[8] Ancak kavramlar Fransız Devrimi’nden önceye dayanıyor, her ne kadar bu terimler ilk kez o zaman kullanılmış olsa da. Sol ve sağ en azından Hıristiyanlara karşı Romalılara ve muhtemelen insan uygarlığının şafağına kadar uzanıyor