Neo liberaller teknolojinin yeni yarattığı fırsatlardan yararlanarak İlahi ya da seküler ulus devletlere (otoritelere) meydan okuyor. Özellikle Balaji Srinivasan’ın ”The Network State”(Ağ Devleti) kitabı bu fikirlerin yeni versiyonu olarak öne çıkıyor. Bu kitapta egemen güç anlamında Leviathan’dan kaynaklı tüm sorunlar ve çözümsüzlükler ele alınıp her birine alternatif öneriler sunuluyor.
Srinivasan, halen devletlerin ağırlıklı olarak egemen olduğu (güvenlik, sağlık, eğitim vb) her alanda aşırı başarısızlıkların varlığına vurgu yapıyor. Örneğin “Teknoloji kurucularının Ağ üzerindeki onca yetkinliğine rağmen San Francisco’daki şehir yönetimi bürokratları, devletin gücünü kullanarak şehri cehenneme çevirmeyi başardıklarını söylüyor. Yine Britanya’nın AB’den ayrılması (BREXIT) olayındaki gibi teknoloji sektörünün oradan ayrılması konusunda, Srinivasan bunun “uzaktan çalışmanın ve sonuçta ortaya çıkan işin Ağ insanlarına, yeni bir başlangıç veya temiz bir sayfa olarak hizmet edecek olan ilk ağ devletinde savaşma şansı verdiğini ileri sürüyor. ABD Başkanlığına gelen Cumhuriyetçi partinin adayı Donold Trump’tan sonra sağ ve sol kavramlarını yeniden tartışmaya başlıyor.
Srinivasan’a göre dünyanın ihtiyacı olan şey, teknoloji odaklı bireylerden oluşan bir ulus – kendi deyimiyle “abone-vatandaşlar”dır. Bu insanlar internet üzerinden bağlanacak, gerçek dünyadaki varlıkları biriktirecek, topraklarını bir araya getirecek ve sonunda bitişik olmayan egemen bir ulus olarak tanınmak için pazarlık yapacak. Halka açık kayıtları, gelecek nesillerin “bin yıl önceki yazılı tarihin başlangıcıyla aynı” olarak göreceği bir buluş olan blok zincirine yazılacak. Bu grup, Srinivasan’ın “ulus devletin devamı” olarak adlandırdığı bir kavram olan dünyanın ilk “Ağ Devleti”ni oluşturacak.
“Ağ devleti”nde vatandaşlık, tek taraflı olarak uymak zorunda bırakılan yasalar, yasal yükümlülüklerin olmadığı, vatandaşlığın bir tür abonelik gibi olacağı söyleniyor. Buna göre, birey şartlarını beğendiği ağ devletine katılır, beğenmediğinden cebir şiddet tekeli olmadan istediği zaman ayrılır. Her şey bireysel kontratlar ile icra edilir. Siyasi irade yok, yargı, icbar, bürokrasi, kolluk gücü yok. Bireysel rızaya tabi yükümlülüklerin ihlali durumunda özel kontratın kas gücü otomatik olarak devreye giriyor. Siyaset, yargı ve idari bürokrasi kararlarının bir bakıma kimliksizleşip ortadan kalktığı ve tüm yasaların dijital kontratların içinde yer alan algoritmalara yüklendiği bir düzen söz konusu. Kuşkusuz ki bu kural ve düzenler ağ devletinin birinden diğerine farklılıklar gösterecek ve her biri açısından vatandaş (abone) tercihine göre de zamanla kültürel olarak değişecektir. Ağlar arasında rekabet olacak, belirli bir ağ açısından büyüme ve güçlenmenin de bireye sağladığı şartların rekabetçi koşullar içermesine dayalı olacaktır. Sonuç olarak ağ devleti, bireyi (ve aileyi) bir hükümetin kendi yaptığı yasalarla tek taraflı hükümranlığından kurtarmayı ve herkese kendini gerçekleştirme fırsatı vermeyi amaçlıyor.
Bir başka önemli konu da Elon Musk’ın esas itibariyle “bir veritabanı” yani “bilgi” olarak tanımladığı “gerçek para” ile ilgili düşünceler. Oysa ceplerdeki “fiat para” üzerinde hükümetlerin imtiyazları var ve onlar bu imtiyazlarını “daha çok para yapmak için” her ne zaman canları isterse kullanıyorlar. Bu durum, muhasebecinizin veya bankacınızın sizin hesap defterinizdeki kayıtlarınızı istedikleri gibi değiştirme hakkı olmasına benzetiliyor. Aslında devletinizin bunu sadece parada değil, ona emanet ettiğiniz tüm konularda, yani onu yetkili kıldığınız ve ondan beklediğiniz, sizden alması ve vermesi gereken tüm işler için yapabileceğinden bahsediliyor.
Bunların yanında halen dünyanın neredeyse 300 kadar noktada devletlerin, kendi halkıyla ve vekâlet savaşıyla veya doğrudan kendi ordusuyla komşularına saldıran devletlerden, 60’dan fazla aktif ayrılıkçı hareketten bahsediyorlar. Pek çok insanın akın akın iç savaştan veya kendi devletinin şerrinden kaçıp daha iyi durumda gördüğü başka ülkelere sığınmaya çalıştıklarını ama çoğunun bunu da başaramayıp yolda telef olduklarını, üstelik kaçıp sığınılmak istenen “sözde” refah devletlerinde de durumun aslında hiç iç açıcı olmadığı vurgulanıyor. En özgürlükçülerden görünen ABD’de bile polisin her sene binden fazla vatandaşını vurup öldürdüğünü, polisin sırtına oturduğu suçsuz vatandaş “nefes alamıyorum” deyip ölürken devletlilerin hala polisi savunup haklı çıkarttıklarını söylüyorlar.
Bu düşünce sahiplerine göre, Ağ Devletinde devlet parası yerine kullanılan blokzincire dayalı “kriptopara“nın bu imtiyazı tamamen ortadan kaldıracağı ifade ediliyor. Aynı zamanda Devletlilerin istismarından kurtulup kendi rasyonalitesi içinde otomatik işleyen bir veritabanı haline gelen bu paranın gerçek paranın değer ölçme ve saklama fonksiyonlarını tam olarak icra edebileceğinden bahsediliyor. Hatta büyük ekonomik krizlerin temelinde bulunan devlet müdahalesi kaynaklı bu sorunların çözüleceğine inanıyorlar.
Ağ Devleti’nin çözer gibi göründüğü bir başka en önemli sorun da hem kapitalizmin hem de sosyalizmin istismar ettiği üretim araçlarının mülkiyeti konusuna işaret ediliyor. Buna göre, mülksüz (emekçi) halk çoğunluğu mülk sahibi devlet veya özel sektörün hükmü altına girdiği için kendini gerçekleştirme fırsatlarından mahrum kalıyor, kendini bir tür çarkın dişlisi haline getirilmiş, köleleşmiş halde hissettiği için sanayi düzenindeki üretici motivasyonu ve yaratıcı üretkenliği sıfıra düşüyor. Bir ülkede kamu otoriterliği ne kadar yüksekse kişi başı katma değer üretkenliği ve insani gelişmişlik o derece aşağı düştüğü ifade ediliyor. Öte yandan 4. sanayi devriminin en önemli getirisi akıllı makineler karşısında köleleşmiş insan emeğinin rekabetçi değerini sıfıra doğru düşürmektedir. Akıllı makineler sahiplerinin kazancını hızla arttırırken ucuz emeğin rekabetçi üretimden gelen pazarlık gücünü hızla düşürmektedir. Bir başka deyişle şimdi ulaştığımız çağda mülksüzlerin ucuz emeğine dayalı rekabetçi sanayileşmenin sürdürülebilirliği bulunmamaktadır. Buna göre, sermayenin tabana yayıldığı ve akıllı makinelerin bireysel sahipliğine dayalı merkeziyetsiz küresel rekabetçi üretim biçimlerinin hâkim olduğu yeni toplum modeline geçilmesini zorlayan tüm şartlar bugün vardır.
Küreselleşmenin ulaşılan bu noktasında yerli ve millici ulus devlet kavramının anlamsızlığına çeşitli örnekler veriliyor. Luksemburg’da çalışanların %70’i yabancı olması, Çoğunluğu Alman 200 binden fazla kişi Lüksemburg’a günü birlik çalışmaya gitmesi, Polonya’da yaşayıp Almanya’ya günübirlik çalışmaya gidenlerin 122 bin ve Almanya’da çalışan ve yaşayan 15 milyon yabancının yaklaşık 3 milyonu Türk ve onların yarısı da Alman vatandaşı olması gibi.
Ağ Devletinde ise herkes mülkiyetiyle birlikte blokzincirde kayıtlı halde olduğu için mülksüzleştirilmesi mümkün değildir, argumanı şu hususlarla destekleniyor. Birey, vaktini, emeğini, yaratıcı zihninin pırıltılarını belirli bir işverene bağlı kalmaksızın serbest piyasada ederine takas edebilir. Büyük bir sermayenin paydaşı olmak yerine doğrudan kendi üretimi için gerekli sermayenin sahipliği için ihtiyaç duyacağı fonu bireyden-bireye yahut kitle fonlaması ile sağlayabilir. Kendi parasının sahibi olarak tanımadığı kişilere ödünç verebilir. Bankaya ihtiyacı yoktur. Zamandan ve mekândan bağımsız desantralize üretim yapısı sayesinde, yapay zekâların yardımıyla küçük üreticileri büyüklerle rekabet edebilir hale gelmektedir.. Akıllı makinelerin üreteceği rantın devlet veya kapitalistler yerine üretici bireyin kendi uhdesinde kalması mümkün hale geliyor.
Teknolojinin “tarihsel kısıtlama olmaksızın yeni bir şey” için Ağ devletinin ilk şansı olacağı konusunda Srinivasan ısrar ediyor. Ağ Devleti, yerli halkın şiddetli bir şekilde sömürgeleştirilmesinden değil, “bölgesel genişleme için barışçıl bir mekanizma” olarak yeni bölgeleri basitçe kitle fonlaması yoluyla doğacak görüşündedir. Vergi raporlarını dosyalamak yerine, ortak gelir elde edilecek ve blok zincirine kaydedilecek, bu da tam şeffaflığa yol açacaktır. Zorlayıcı demokratik seçimler yapmak yerine, abone vatandaşlar isterlerse blokzincir üzerinden oy kullanarak devleti zahmetsizce terk edebilir, başkasına katılabilir yahut birden çok devlet kimliğine de sahip olabilir. Kamu mallarının hiçbir getirisinin olmadığı, onlardan herkesin eşit bir biçimde yararlanmadığı, kendi tapulu malınızın, cebinizdeki paranın bile asıl sahibinin siz olmadığı üzerinde duruyor. Bu çerçevede Devletler paranızı da, malınızı da düzenlemektedir. Oysa blokzincirde kayıtlı olması ve veri tabanını kimsenin düzenleyememesi gerçek güvencenizdir, görüşündeler.
Bir süredir devlet, toplum ve sosyal durumlar üzerine düşünen tüm akıllı insanların hemfikir oldukları konu, günümüzde teokrasi, faşizm, sosyalizm, liberalizm gibi ideolojilerin hepsinin tükendiği ama bize gerekli olan yeni hikâyenin de olmadığını anlatıyorlardı. Geleceğin hikâyesi sabırsızlıkla beklenmekte iken askerlerin, din adamlarının, siyasetçilerin, bürokratların artık Hobbes’dan bu yana söyleyecek hiçbir sözünün kalmadığı, çünkü daha önce onların kurduğu dünya düzenlerinin bildiğimiz anlamdaki gereklilik nedenlerinin artık ortadan kalktığı anlaşılmıştır görüşündeler. İnsan topluluklarının yardımlaşma, işbölümü ve uzmanlaşmasının sağlanabilmesi için bir araya getirilmeleri eski çağlardan bu yana kandırma korkutma kışkırtma ve cebir şiddet unsurlarını gerektirmiştir. Ama din ve askerlik geniş kitlelere hükmedip köleleştirmenin ve onların çobanı haline gelmenin de işlevsel aracı olmuştur. Siyaset bu amaçla insanları bir araya getirmenin bir yolu olarak görülmüştür. Ama artık bugünün teknolojileri ve ulaştığımız küreselleşme düzeyi siyasetçilerin sultasından kurtulmamızı ve bireyselleşebilmeyi başarabilmemizi gerektirdiğinden bu olmayacaktır. Tarihin bize insanlığın karşılaştığı hiçbir sorunu siyasetçilerin çözemediğini, siyasi liderlerin büyük savaşları başlatabildikleri ama bitiremediklerini anlatıyor. Pandemiler, büyük afetler, çevre felaketleri, kıtlık milyonlarca insanın ölümüne neden olabilir ama bunlara çözüm üretenlerin siyasetçilerin değil bilim sanat ve teknoloji uzmanlarının sağlayacağını savunuyorlar.
Siyasetçilerin işaret ettiği “tanrı / toplum / devlet” insanlığın yararlarının yanında olmamıştır iddiasındadırlar. Büyük umutlar vaad eden büyük siyasetçiler size hep daha çok tüten bacalar, askeri üretim önerdiler. Ancak siz karbon salınımı, her tarafa yayılan mikroplastikler, delinen ozon tabakası ile karşılaştınız. Helikopterle tepenizde dolaşıp “şuraya AVM buraya zeytinleri söküp termik santral yapalım” kararı verdi. Siyasetin, teknik ve bilimsel verilere dayanmayan, hukuku yok sayan uygulamaların yanında durduğunu, halk ne kadar sefil halde ise siyasetin o kadar güçlendiğini anlatmaktadırlar.
Srinivasan diyor ki 20. yüzyılın Leviathan’ı olarak Tanrı’nın yerini alma işlevini yerine getirdi, ama artık “”Devlet” ölüyor””. Artık “Ağ” çağına girdik ve ölmekte olan “Devlet” ile ortaya çıkan “Ağ” arasındaki çatışma, tarihin bu anını belirleyecektir.
Bugün hala eski dünyanın siyasi değerlerine sahip çıkanlar ise teknoloji uzmanlarını dünyaya hâkim olma hırsları beslemekle suçluyorlar. Srinivasan’ın ABD’nin bağımsızlık günü yayınladığı “Ağ Devleti”ni de, bu tutkuları sade ve pişmanlık duymayan terimlerle ifade eden bir belge olarak görüyorlar. ”Dünyaya hakim olma işi” eğer böyle bir iş sahiden gerekliyse imam, asker bürokrat siyasetçide değil bilim ve teknoloji uzmanlarında olmalı diyorlar. Eski çağlarda bulaşıcı hastalıklardan, kıtlıktan insanlar sinek gibi kırılırken teknoloji antibiyotikleri keşfetti, uzak kıtalardan kolay yetişen yeni gıdalar ile gübre bulup getirdiler. O yetmeyince yapay gübreyi keşfettiler. Bütün bunları yapanların insanlara hükmetmeyen lüksleri olmayan, basit bir hayat süren çoğunun adını bile bilmediğimiz teknoloji insanları olduğunu söylüyorlar. Ama kendisi on milyonların katilleri listesinde Mao’dan sonra ikinci sırada olan Stalin’in adını iyi biliyoruz. Devlet çiftliklerindeki büyük endüstriyel tarım hamlesini başlatmıştı. Bunun için gereken tarım araçlarını batıdan ithal etmeye, bunun için de Ukrayna köylüsünün tüm hasılatını şok tugaylarını gönderip (Avrupa’ya ihraç etmek üzere tohumluğuna kadar) gasp ettirmeğe karar vermişti. Sonuçta 1932 yılının karakışında Ukrayna’da 5 milyon köylü “”açlıktan öldü””. Bu olay devlet kararı sonucu tarihe geçen “”en büyük açlıktan ölüm” vakası ve bir soykırım olarak nitelendirilmektedir.
Bu düşünceye göre, önümüzde insanlığı bekleyen ve halen devletliler ve kararlarından korkmamızı gerektiren pek çok ciddi tehlike vardır. Karbon salınımı, fosil enerji sorunu, petrokimya atıklarının yarattığı çevre sorunları, kuraklık vb afetler gibi büyük küresel tehditleri devletlerin çözemeyeceğini, bu problemleri bilim, sanat, teknoloji dünyasının insanlarından çözüm geleceğini bekliyorlar. Eğer onların inisiyatif alma güçleri olmazsa çözümsüzlüğün insanlığı yıkıma götürebileceğini ve bu sorunların siyasi, askeri, dini çözümlerinin bulunmadığına inanıyorlar.
Bugün Ukrayna dünyanın en büyük buğday üreticisi, biz dâhil dünyanın pek çok fakir ülke onların ürettiği buğdaya muhtaç bulunmaktadır. Ukrayna’nın işgali nedeniyle Putin’e ve Şi Cinping’e güvenilemeyeceği argümanını seslendirseler de ABD, Fransa ve İngiltere’nin Ortadoğu ve Afrika’daki operasyonlarına çok fazla değinilmiyor.
“Ağ Devleti” teknolojideki en güçlü şahsiyetlerin çoğu açısından yadsınamaz bir çekiciliğe sahip olduğu çeşitli kişilerin fikirleri üzerinden savunuluyor. Şöyle ki; Marc Andreessen, Srinivasan’ı “şimdiye kadar tanıştığım tüm insanlar arasında “dakika başına en yüksek iyi yeni fikir çıktısı oranı” olan kişi olarak tarif ediyor. Ethereum kurucu ortağı Vitalik Buterin, ” yeni para birimleri başlattık, Ağ Devleti bize yeni şehirleri ve yeni ülkeleri nasıl başlatacağımızı gösteriyor.” İle Coinbase’in kurucu ortağı Brian Armstrong kendinden emin bir şekilde “Balaji, ‘Ağ Devleti’ konusunda haklı çıkacak” ifadeleri öne çıkarılıyor.
Elon Musk yapay zeka için “”bu güne kadar yarattığımız en güçlü teknoloji ve gelecek için nükleer silahlardan daha tehlikeli” demişti. Bu tehlike özellikle de yakın gelecekte elimizde olması beklenen “”Yapay Genel Zeka”” için söz konusu. Ve aklı erenler bu zekânın temsil ettiği gücün özellikle bazı otoriter devletlilerin yahut büyük şirket (google/meta vb) sahiplerinin eline geçmesini büyük tehlike olarak görüyorlar. Tehlikeyi bertaraf etmenin çaresini de bu gücün sıradan bireylerin ulaşabileceği şekilde tabana yayılması olarak görüyorlar. Teknoloji kesimi insanları açık kaynak yazılım araçları ile bize bunu vadediyor görünmektedir. Sıradan insanların, kandırma korkutma kışkırtma yapanlardan kendilerini korumak için ihtiyaç duyabilecekleri tek aracın teknoloji olduğuna inanılıyor.
Ağ devletinin ulus devlet ve tanrı devletinin yerine ikame olacağına inanan neo liberallerin bu argümanların üzerinde uzun uzun tartışma yapılabilir. Sorun insana bakış açısındadır. Blok zincir ve kripto üzerinden bir sistem tartışması yapıp bunları yeni egemen gücün aparatı olarak kabul edenlerin de negatif örnekleri öne çıkararak yaptıkları simülasyonlar belli ölçüde bir gerçekliğe de tekabül edebilirler. Ancak biz insanlık tarihi boyunca her dönemde ortaya çıkan yeniliklerin insana fayda getirmesi yanında, hegemonik bir gücün aracı yapılarak büyük felaketler getirdiğine de şahit olduk. Demokrasi ve insan hakları gibi pozitif değerlerin nasıl göreli hale getirildiğine de şahit olduk. Birileri Tanrı ölü diyerek daha iyi bir dünyanın yolunun aralandığını zannettiyse de, ardından binlerce yılda öldürülenlerden daha fazla insanın son yüzyılda öldürüldüğünü gördük. Son bir yılda İsrail’in savunma hakkı arkasına saklanarak çocuk, kadın, yaşlı, hasta, hastane demeden 40 binden fazla insanın bile isteye nasıl öldürüldüğünü naklen izledik. Medeni dünya denen yerlerde bazı iyi niyetli protestolar hariç suskunluk sarmalı içinde egemenlerin kılının kıpırdamadığını, onları eleştiren dürüst insanların nasıl görevlerinden alındığını, küresel medyanın burada üç maymunu oynadığını da gördük.
Blok zincir ve kripto teknolojilerini insanlığın faydasına kullanmak mümkündür ve buradaki argümanların her biri üzerinde insani ve ilahi olanla barışık yeni argümanlar üretilebilir ve bunların antitezleri ortaya konabilir. İlahi ve insani olmayan hiçbir şeyin insanlığa hayır getirmeyeceği, onların denetimi sayesinde insanlığın ve bazı üstün değerlerin eğer dünya tarihi çarpıtılmazsa ayakta kaldığı anlaşılacaktır. Bu ideolojilerin nesnesi olmamak için blok zincir ve kripto paraların da dahil olduğu her türlü bilgi ve teknolojiyi bu ideolojilere teslim olmadan da insanlığın yararına kullanabileceğimize inanmalıyız. 12.11.2024 İstanbul, Şakir Ercan GÜL